Kabul Olmak: Gerçekten Değdi Mi? Hepimiz Mi Aynı Yoldan Gitmeliyiz?
Kabul Olmanın Altındaki Gerçek: Bir Toplumun Gölgesinde Yaşamak
Hepimiz kabul edilmek isteriz, değil mi? Bu, insanların doğasında olan bir ihtiyaçtır. Ancak bu ihtiyaç o kadar derine işler ki bazen kendimizi başkalarının onayına, toplumsal kalıplara ya da bir sisteme uyum sağlamaya zorlanmış hissederiz. Peki, kabul olmak gerçekten ne kadar değerli? Toplumun diktiği çerçevelere girmeyi, başkalarının bize biçtiği rolü kabul etmeyi bu kadar önemsemeli miyiz? Yoksa kendi yolumuzu çizmeli, dışarıdaki beklentilere karşı koymalı mıyız?
Bu yazıda, kabul olmanın zayıf yönlerini ve toplumsal baskıları masaya yatırmak istiyorum. Birçok insanın ulaşmaya çalıştığı “kabul” kavramı, aslında bir hapishaneye dönüşebilir. Ve çoğu zaman, bu kabul, sadece yüzeysel bir kabulleniştir. Gerçekten kim olduğumuzu unuturuz, başkalarına göre şekil alırız. Ama sorarım size, tüm bu çaba, gerçekten bizim için mi? Kabul, gerçek anlamda kendimizi bulmamıza mı yoksa kaybolmamıza mı sebep oluyor?
Toplumun Gösterdiği Yoldan Gitmek
Kabul olmanın en yaygın yolunun, toplumsal normlar üzerinden gittiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Başkalarının bizden beklediği bir şablona uymak, çoğu zaman “doğru” olarak kabul edilir. Ama buradaki tuhaflık şudur: Bu yolun nereye gittiğini tam olarak kimse bilmez. Toplum, bizlere, “işini iyi yap, kurallara uy, doğru insan ol” gibi bir dizi standart sunar. Ancak bu standarlara uymak, bireysel özgürlüğümüzden, yaratıcılığımızdan ve farklı düşünme biçimlerimizden vazgeçmek anlamına gelebilir.
Gerçekten başarılı olmak, cesur olmak, farklı düşünmek gerektirmez mi? Kendisini her konuda toplumsal kuralların bir parçası olarak gören insanın özgün bir birey olması beklenebilir mi? İnsan, her bir dayatmaya karşı kendi kimliğini bulmalı ve toplumsal kalıpların kölesi olmamalıdır. Kabul, çoğu zaman bir sınırdır. Ve bu sınır, bizim potansiyelimizi kısıtlar.
Hangi “Kabul” Gerçekten Bizim İçin Uygundur?
Herkesin kabul olma kavramı farklıdır. Bazıları sadece iş yerinde takdir edilmek ister, bazıları ailesinin onayını bekler, bazılarıysa sosyal medyada beğeniler almayı. Ancak bu tür dışsal onayların, içsel huzura katkıda bulunup bulunmadığını sorgulamak gerek. Gerçekten dışarıdan gelen bu onaylar, bizleri tatmin eder mi yoksa içsel boşluğumuzu daha da derinleştirir mi?
Bir düşünün: Gerçekten kabul edilmek mi istiyoruz, yoksa kabul edilme adına başkalarının kalıplarına girmeyi mi? Bu iki şey birbirinden ne kadar farklı olabilir? İçsel huzuru, mutluluğu ve özgürlüğü dışsal bir onaya bağladığınızda, o onay bir gün kaybolduğunda ne olacaktır? Kabul edilmenin içsel bir anlamı olabilir mi?
Çokça Arzuladığımız Kabul, Bizi Hangi Tuzağa Sürükler?
Kabul olmak, bireysel kimliğimizin zayıflamasına yol açabilir. Bu, görünmeyen bir tehlikedir. Sürekli başkalarının beklentilerine göre şekil almak, özgünlüğümüzü kaybetmek demektir. Kendi yolumuzu bulmak, çoğu zaman bu kabul edilme arzusunun önünde bir engel olarak karşımıza çıkar. Bir insan, her zaman kabul edilmek için çaba gösterdiğinde, en son neyi istediğini, neyi sevdiğini unutur. Bu kaybolan öz, geri getirilemez.
Öyleyse soralım: Gerçekten kabul olmanın, özgürlüğümüzü kısıtlayan bir şey olup olmadığını hiç düşündük mü? Yoksa aslında kendimiz olmak, başkalarını memnun etmekten daha önemli bir hedef mi olmalı?
İçsel Özgürlüğün Fiyatı: Kabul Olmak Mı, Kendimiz Olmak Mı?
Kabul olmak, bazen içsel mutluluğumuzun önüne geçebilir. Toplumun beklentileriyle şekillenen bir yaşam, bizi başkalarının yargılarıyla tanımlar. Ama burada esas soru şu: “Kendimiz mi olmak istiyoruz, yoksa başkaları bizim kimliğimizi mi şekillendirsin?” Bu soruya dürüst bir cevap vermek, cesaret ister. Çünkü “kabul olmak” yalnızca toplumsal bir oyunun parçası olabilir ve oyun bittiğinde geriye kalan tek şey, kaybolmuş bir benlik olabilir.
Sonuç olarak, kabul olmak, sadece yüzeysel bir onay arayışı olarak kalmamalıdır. Kendimizi bulma yolculuğunda, dışsal baskılar yerine içsel dürtülerimizle hareket etmemiz gerekir. Toplumun yarattığı kalıpların içinde sıkışıp kalmak, gerçek anlamda özgürlüğün önündeki en büyük engeldir.